27 Temmuz 2015 Pazartesi

Mutluluğa dair

Mutluluk... Derin depderin manalar içeren kısacık bir kelime. Her insanın tiryakisi olduğu bir meta. Onun uğruna nelerden vazgeçilmedi ki? Mutluluğu uzaklarda aradık hep. Uzaklar diye bir yer var dedik, tüm iyi şeyler oradaydı ve oraya ulaşmadan asla mutlu olamazdık. Peh..! Ne banel! Fazla bir şeye gerek yoktu aslında. Uzaklar denilen o yere gitmeye hiç gerek yoktu mutlu olmak için. Uğruna onca seyden vazgeçmek zorunda değildik. İnsanı insanca dinlemek, insancasına saygı duyup insancasına anladıktan sonra her yer bize mutluluk her yer bize uzaklar olabilir. Gerçek mutluluğu dışarda aradık. Mutluluğu bünyemizde barındırdığımızı anlamadık, anlamamakta ısrarlıyız.
Ve belki de hiç bir zaman anlayamayacağız. Alem adem içinde gizlidir derler buna binaendir ki bence de mutluluk evrensel bir duygu ve evrene mal olan bir duygu muhakkak ki adem içinde gizlidir. Alemi seyredalmak bi yana dursun önce ademi seyre kalmalı insan.
Mesela Himalayalardaki mayalar hep dikkatimi çekmiştir. Onca güzelliği ellerinin tersiyle bir yana itip önce kendi içlerinde seyahat ederler. Mutlu olduğun hiç bir şeyi yapma derler mesela. Ne kadar doğrudur tartışılır tabi. Alemi adem içinde bulanlar da vardır alem içinde adem bulanlar da. Fitrat farkından kaynaklı bir durum olsa gerek ki ben yalnızlığı tercih ederken bazıları toplumsalığı ön planda tutarlar. Kimi kişisel gelişimi önemserken kimisi toplumsal gelişimi destekleyebilir. Ben mutlu olmadan başkasını nasıl mutlu edebilirim diye düşünürken bir başkası  beraber mutlu olmaya, bir arada mutlu olmanın tek seçenek olduğuna inanabilir.
Her şeyin bir sonu muhakkak vardır elbet. Her üzüntünün her anın... Ve ne yazık ki her mutluluğun. Lakin bu yazının sonu yok. Mutluluğu yaşamaktan aciz olanlar tariften de acizdir. Başlangıcını mümkün kılamadığımız şeyleri bititmekte üstümüze yoktur lakin bu yazıyı bitirirsem mutluluğa zulmetmiş olurum. Haydi yakasından mutluluk düşmeyesiceler kalın sağlıcakla.

7 Temmuz 2015 Salı

Hayata Dair

 Hayata bakış açıma dair bir kaç kelam...
Bu zamana kadar hayata ve neye benzediğine dair bir çok görüş gelişti. Bir çok insan aynı olayı yaşasa da aynı coğrafyada büyüse de farklılıklarımız bizi biz yaptı ve farklı objektiflerden belki de binlerce tanım yapıldı. Hayata ve bakışa dair ufak bir söylem de biz yapalım. Buyurun seyre...
 Hayat! Kimine göre çok acımasız kimine göre toz pembe. Aslında hayat bize bir nevi ayna tutuyor ve görebilen kendine çeki düzen verirken göremeyen düzene ve haşa düzeni kurana isyana sürüklenmektedir. Evet, hayat benim tanımıma göre ölüm yaşam arasındaki bizi biz yapan her ne varsa objektif olarak göz önüne sermesi bize ayna olmasıdır. Hayat aynadır.
 Hayata dair bir başka ana konu ise esasen ne ile mutlu olup ne ile mutsuzluğun dibine vurduğumuzdur. Neye üzülüp neye sevindiğimiz hayata bakış açımızla paralel olduğu görüşündeyim. Bu durumlar bizim hayata verdiğimiz önem değerindedir. Tek bir mutluluk binlerce mutsuzluğu bir anda siliverirken tek bir mutsuzluk da maalesef onca mutluluğu bir anda yok saydırabiliyor. Bu hususu biraz irdelemekte fayda var. Kendimizi önemsediğimiz ölçüde mutlu oluruz. Şayet kendini önemser hayatın karşımıza çıkardığı fırsatlardan layığıyla faydalanabilirsek tek bir mutluluk binlerce mutsuzluğu siliverecektir. Tabiri caizse hayatımıza güneş gibi doğan bu mutluluk güneşi gözyaşı yağmurlarını bir anda dindirip bize taze baharlar sunup yağmur sonrası toprak kokusu misali mutsuzluklarımız, çektiğimiz acıların boşuna olmadığını anlamamıza olanak sağlar. Esasen mutluluğa, mutsuzluğa, hayata takılmayıp bize bunları bahşedeni hatırlayabilirsek her şeyin özüne ulaşabiliriz. Gerçek mutluluğu bulabilmemiz duasıyla.
 Son söz vesselam; Kime her ne yaşattıysanız yaşamanız dileğiyle...

5 Temmuz 2015 Pazar

yalnızlık

Yalnızlık...
Seni sana bırakıyorum cümlesindeki seni bile bulamama durumu. Kendini bile terk ettiğin durum.Bir nevi terk edilme ve asla geri dönmeyeceğini bile bile lanet olası bir umutla sıkı sıkıya bağlanma durumu. Yanıp giden materyalin küllerinden yeniden doğuşunu bekleme hatta ve hatta kıyametin koptuğunu bile bile hala güneşin doğmasını bekleme durumu. Hani bir sızı düşer ruhunu bedenin ayırırcasına bir duyguya kapılır ama elinden bir şey gelmez, gelmiştir ecel. Yalnızlık bu denli ayrılık denen ecel sonrası sap gibi kaldığın o bekleyiş durumu. Kamera şakası sanıp kamera nerede el sallayacağım diye ısrar etme durumu. Ve en önemlisi tüm gerçekliğiyle yalnızlık karşındayken, halisünasyon misali sürekli bir aldatmaca peşine düşüp geçmişe saplanma, bir başınalığı kabulleneme durumu.
Asla! Asla ve kat'a bu durumu kabullenemem. Yalnız doğup yalnız öleceğimiz şu hayatta yalnızlığı inkar etmek; öğle güneşinde burası çok karanlık bir mum yakayım da etraf aydınlansın, gözümüz gönlümüz açılsın demekten ne farkı vardır. Ah o kadar aptalız ki! Güneşin aydınlığına doğup mum ışığına muhtaç gibi aptalız. Yalnızlığa doğup yalnızlığı kabullenemeyecek kadar, tek başına bir dünya harikasıyken illa bir şeyin parçası olmak zorunda hissettiğimiz ölçüde aptalız. Ay gibi doğduğumuz bir gecede sırf bir şeyin parçası olabilmek adına takım yıldızlarına dahil olmak. Ayın muhteşemliğini elinin tersiyle itip tek başınalık çok sıkıcı illa bir şeyin parçası olmalı tek başıma hareket etmemeliyim diyecek kadar aptalız. Yalnızlığın mutsuzluk olduğunu öğretti toplumumuz, yalnızlar hep sorunlu ve psikopat olarak anıldı. Sanırım bu yüzdendir bir topluma dahil olmakla mutlu olabileceğimize inanmamız, yalnızlık gibi bir gerçeği her seferinde gözardı edişimiz. Peki bir şeyin parçası olmak beraberinde mutluluğu da getirecek mi bize yine eski günlerdeki gibi mutlu olabilecek ve yalnızlığa lanet okuyabilecek miyiz? Yoksa bir topluma dahil olduğumuz anda bir paçavra gibi kenara attığımız yalnızlığımızı mumla mı arayacağız? Muhtemeldir ki her yediğimiz kazıkla birlikte kenara attığımız yalnızlığımızı her an biraz daha özleyecek ve seni sana bırakıyorum cümlesindeki senin de bizi terk etmemesi için kırk takla atacak ve bir topluma dahil olduğumuz anda yine bir paçavra gibi kenara atacağız. Yalnızlık mutluluk getirir mi, elbette ki evet! Bir şeyin parçası olmakla mululuk bize gelir mi, koşar bile! Yalnızken bile mutluluğu yakalayabilmiş birisi elbette ki bir topluma katılınca oraya ait olmanın kendi mutluluğuna etkisi olmayacağını bilip mutlu olmaya devam edecektir. Evvela yalnızlığı özümsemiş birisi her daim mutlu olacaktır. İnsan her ne kadar bir şeye aidim dese de asla bir başkasına bir topluma kendini tamamen açmayacak ve asla yalnızlığın kıymetini de bilmeyecektir.  Yalnızlığın kıymetini bilin!
Kendi adıma söylenecek tek kelam;    
"Ve korkarım kendimi cami avlusuna bırakmam gerekecek bu yalnızlık ancak bu şekilde son bulur."


İçimdeki dalgalarda boğulmak yerine sörf yapabileceğim gerçeğini bana öğreten ahiretlik dostum Fırat Güler kardeşime ithafen...